9786052642375
809576
https://www.hesapli24.com/ataerkil-pogrom-ve-kadinlar
Ataerkil Pogrom ve Kadınlar
15.34
Kadın hak ve onurunun temeli olan kadının insan hakları için, feminist hareketlerin ortaya çıkmasına kadar özellikle sosyolojik, hukuki, psikolojik, akademik ve politik miyopluk içinde hiçbir sorun yokmuşçasına düşünülmüş, davranılmış ve tutum takınılmıştır. Oysa ataerki dediğimiz olgu, kadının haklarını ve onurunu hedef alan vahşetin sembolü olagelmiştir.
Devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla kadınlara yönelik kadınkırım eylemleri şeklindeki ataerkil kötülüğün değirmenine su taşıdığı için, bin yıllardır kadınlara yönelik bütün ataerkil kötülükler bir bütün halinde aslında bir tür pogromdur. Hatta insanın toplumsal bir varlık olduğu düşünüldüğünde adeta toplumsal bir yamyamlıktır. Devlet dediğimiz olgu da postmodern dönemde ataerkil yamyamlığı artık biyosiyaset üzerinden iktidarların kolaycı desizyonist kararları ile rahatlıkla yapabilmektedir. Bunu yaparken de duygularını bastırma gereği hissetmeyen bir şizoid gibi hissizlik içinde olmuştur.
Neyse ki, egemen ataerkil yapının ve onu besleyen otoriter, totaliter, gerici ve eril ideolojilerin cenderesi içindeyken ona başkaldırmak ve varolan düzene karşı umut ilkesini yükseltmek için ortaya çıkan feminist hareket sayesinde kadın hak ve özgürlüklerini hayata geçirmeyi kolaylaştıran, organize edip yeniden kuran demokratik toplum örgütleri filizlenmiştir. Feminist hareketlerin ve öncülerin ortaya çıkmasına kadar kadın hak ve özgürlüklerine dair hemen her şey bulanık ve belirsizdi. Feminist hareket ve öncüler sayesinde çürümüş ve tiksinti uyandıran ataerkil yapılar ciddi manada sorgulanmaya başlanmış, ataerkinin yalancı bir demokrasi ve özgürlük umudu üreterek iktidara gelen ideolojileri, gelenek ve din gibi üst yapı unsurları ile sonuna kadar desteklense de artık toplumsal kötülüğün modern evresinin ürünlerinden başka bir şey olmadıkları ifşa olmuştur.
Artık şundan eminiz: Özgür olmak ve insan olmak eş anlamlıdır. Bir insan ne kadar özgürse, o kadar insandır. Bu nedenle bir kadın ne kadar özgürse, o kadar insandır. Bunun gibi bir erkek ne kadar özgürse, o kadar insandır. Geri dönülemez bir bilinç ve farkındalıktır bu. Bu farkındalığa ulaşan kadınlar artık yalnız değiller. Artık onlar gibi düşünen milyonlarca insan var. Hatta kadının insan haklarının çiğnendiğini görüp, duyup ya da hisseden ve bu nedenle de gündelik hayatında mutlu olabildiği için kendini suçlayan birçok insan var. O insanlar şunu çok iyi biliyor ki; bir kişi bile özgür değilse, hiçbir insan gerçek manada özgür olamaz. Bir kişi bile insan onuruna yaraşır şekilde yaşayamıyorsa, hiçbir insanın onuru tam olamaz.
Bu nedenle kadın ve erkek olarak insanlığın bir bütün olarak özgür ve tam bir insan onuruna sahip olması gerektiğine inanan milyarlarca insan olduğunu görmek rastlantısal olmadığı gibi, ilginçlikten uzak bir durum da değildir. Rastlantısal değildir, zira kendi hayatları pahasına özgürlük savaşı veren binlerce kahraman insan olagelmiş ve olmaya da devam etmektedir. İlginçlikten uzak bir durum da değildir, zira hiç ummadığımız anlarda hiç ummadığımız insanların kahramanlık derecesinde özgürlük için elini taşın altına koyduklarına tanıklık emiş bir tarihin evlatlarıyız.
İnsanlığın özgürlüğü için verilen mücadelelerle dolu bir tarihi geçmişten aldığımız bir ders vardır: Bugüne kadar varolduğu söylenen “Toplum Sözleşmesi” olgusunun aslında “Egemenlerin Kötülük Sözleşmesi” olduğudur. İşte bu kötülük sözleşmesini bir paçavra gibi yırtıp attığımızda insanlığın, cinsiyet unsuruna bakılmaksızın bir bütün halinde özgürleşeceğini görebiliyoruz. Hayatı zorlaştırmaktan, ezilenlerin ve güçsüzlerin başına çorap örmekten başka bir işe yaramayan baskıcı ve barbarca yasaların yok olacağından emin olabiliyoruz. Ataerkil sistemin dünyaya yaydığı ve en çok da kadınları yaşamak zorunda bıraktığı korkunç bir dönemin kapanacağını algılayabiliyoruz. Özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi ve haklar konusunda yalan söyleyen bütün aynaları elbirliği ile kıracağımızdan eminiz.
O zaman, ataerkil kötülük ormanı, özgürlük nehrinin görünmesine izin vermese de büyük kayalara çarpıp kırılan özgürlük sularının uğultusunu açık ve net bir şekilde duyacağız. Bu sesi duyan insanların dayanışması ile özgürlük nehrinin görünmesi için, onu görmemizi engelleyen ataerkil kötülük ormanını hallaç pamuğu gibi atmak işten bile sayılmayacaktır. Ataerkil sistemin yandaşları ve oligarkları olan erkek egemenler bu duruma karşı çıkma girişiminde bulunsalar da umut ilkesinin tasarımları olan ütopyaların çekiciliği karşısında ya öfkeyle susacaklar ya da böğürürcesine konuşacaklardır. Sustuklarında itici, konuştuklarında ise, gülünç olacaklarını bile bile…
Kadın hak ve onurunun temeli olan kadının insan hakları için, feminist hareketlerin ortaya çıkmasına kadar özellikle sosyolojik, hukuki, psikolojik, akademik ve politik miyopluk içinde hiçbir sorun yokmuşçasına düşünülmüş, davranılmış ve tutum takınılmıştır. Oysa ataerki dediğimiz olgu, kadının haklarını ve onurunu hedef alan vahşetin sembolü olagelmiştir.
Devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla kadınlara yönelik kadınkırım eylemleri şeklindeki ataerkil kötülüğün değirmenine su taşıdığı için, bin yıllardır kadınlara yönelik bütün ataerkil kötülükler bir bütün halinde aslında bir tür pogromdur. Hatta insanın toplumsal bir varlık olduğu düşünüldüğünde adeta toplumsal bir yamyamlıktır. Devlet dediğimiz olgu da postmodern dönemde ataerkil yamyamlığı artık biyosiyaset üzerinden iktidarların kolaycı desizyonist kararları ile rahatlıkla yapabilmektedir. Bunu yaparken de duygularını bastırma gereği hissetmeyen bir şizoid gibi hissizlik içinde olmuştur.
Neyse ki, egemen ataerkil yapının ve onu besleyen otoriter, totaliter, gerici ve eril ideolojilerin cenderesi içindeyken ona başkaldırmak ve varolan düzene karşı umut ilkesini yükseltmek için ortaya çıkan feminist hareket sayesinde kadın hak ve özgürlüklerini hayata geçirmeyi kolaylaştıran, organize edip yeniden kuran demokratik toplum örgütleri filizlenmiştir. Feminist hareketlerin ve öncülerin ortaya çıkmasına kadar kadın hak ve özgürlüklerine dair hemen her şey bulanık ve belirsizdi. Feminist hareket ve öncüler sayesinde çürümüş ve tiksinti uyandıran ataerkil yapılar ciddi manada sorgulanmaya başlanmış, ataerkinin yalancı bir demokrasi ve özgürlük umudu üreterek iktidara gelen ideolojileri, gelenek ve din gibi üst yapı unsurları ile sonuna kadar desteklense de artık toplumsal kötülüğün modern evresinin ürünlerinden başka bir şey olmadıkları ifşa olmuştur.
Artık şundan eminiz: Özgür olmak ve insan olmak eş anlamlıdır. Bir insan ne kadar özgürse, o kadar insandır. Bu nedenle bir kadın ne kadar özgürse, o kadar insandır. Bunun gibi bir erkek ne kadar özgürse, o kadar insandır. Geri dönülemez bir bilinç ve farkındalıktır bu. Bu farkındalığa ulaşan kadınlar artık yalnız değiller. Artık onlar gibi düşünen milyonlarca insan var. Hatta kadının insan haklarının çiğnendiğini görüp, duyup ya da hisseden ve bu nedenle de gündelik hayatında mutlu olabildiği için kendini suçlayan birçok insan var. O insanlar şunu çok iyi biliyor ki; bir kişi bile özgür değilse, hiçbir insan gerçek manada özgür olamaz. Bir kişi bile insan onuruna yaraşır şekilde yaşayamıyorsa, hiçbir insanın onuru tam olamaz.
Bu nedenle kadın ve erkek olarak insanlığın bir bütün olarak özgür ve tam bir insan onuruna sahip olması gerektiğine inanan milyarlarca insan olduğunu görmek rastlantısal olmadığı gibi, ilginçlikten uzak bir durum da değildir. Rastlantısal değildir, zira kendi hayatları pahasına özgürlük savaşı veren binlerce kahraman insan olagelmiş ve olmaya da devam etmektedir. İlginçlikten uzak bir durum da değildir, zira hiç ummadığımız anlarda hiç ummadığımız insanların kahramanlık derecesinde özgürlük için elini taşın altına koyduklarına tanıklık emiş bir tarihin evlatlarıyız.
İnsanlığın özgürlüğü için verilen mücadelelerle dolu bir tarihi geçmişten aldığımız bir ders vardır: Bugüne kadar varolduğu söylenen “Toplum Sözleşmesi” olgusunun aslında “Egemenlerin Kötülük Sözleşmesi” olduğudur. İşte bu kötülük sözleşmesini bir paçavra gibi yırtıp attığımızda insanlığın, cinsiyet unsuruna bakılmaksızın bir bütün halinde özgürleşeceğini görebiliyoruz. Hayatı zorlaştırmaktan, ezilenlerin ve güçsüzlerin başına çorap örmekten başka bir işe yaramayan baskıcı ve barbarca yasaların yok olacağından emin olabiliyoruz. Ataerkil sistemin dünyaya yaydığı ve en çok da kadınları yaşamak zorunda bıraktığı korkunç bir dönemin kapanacağını algılayabiliyoruz. Özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi ve haklar konusunda yalan söyleyen bütün aynaları elbirliği ile kıracağımızdan eminiz.
O zaman, ataerkil kötülük ormanı, özgürlük nehrinin görünmesine izin vermese de büyük kayalara çarpıp kırılan özgürlük sularının uğultusunu açık ve net bir şekilde duyacağız. Bu sesi duyan insanların dayanışması ile özgürlük nehrinin görünmesi için, onu görmemizi engelleyen ataerkil kötülük ormanını hallaç pamuğu gibi atmak işten bile sayılmayacaktır. Ataerkil sistemin yandaşları ve oligarkları olan erkek egemenler bu duruma karşı çıkma girişiminde bulunsalar da umut ilkesinin tasarımları olan ütopyaların çekiciliği karşısında ya öfkeyle susacaklar ya da böğürürcesine konuşacaklardır. Sustuklarında itici, konuştuklarında ise, gülünç olacaklarını bile bile…
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.