9786258425758
792348
https://www.hesapli24.com/buyukada-mon-amour
Büyükada Mon Amour
18.73
‘Karanlığa övgüler olsun çünkü o bize düş kurmasını öğretti!.. Uyku tutmadığı için martı sesleri melankoliye sürükledi sanırım, ama sabah uyandığımda, baharla buluşma yerimiz lunapark meydanındaki kafeye doğru yola çıktım, çünkü menekşeler, çiğdemler, kırmızı, beyaz, envai çeşit çiçekler renklerini yavaşça güneşe, dünyaya, hayata meydan okurcasına serip serpiştiriyordu güzelim adaya, sabah çiyinde adı bilinmedik nice çiçekler, gizil ara sokaklarda, minik tümseklerde, el değmemiş çukurlarda, duvarlardan sarkan sarmaşıklarda sevdalanmayı, aşka aşık olmak değil, yaşama aşık olmayı bellemiş garip kulunu sevindirmek için çılgınca boy gösteriyordu artık… Kırağının kapladığı çayır, çimen sabah sisinde, üzerinden yükselen buğunun güneşli ışıltısında, sanki her gelip geçene hoş geldin demek ister gibi başını uzatıyor, boyu posuyla gökyüzüne doğru erişmek istercesine doğrulup, sonrasında narince eğilip bükülerek, kuşluk vaktinde, kutsal yaşamın içinden gelip geçen, sabah yelinin hışırtısına, güneşin yeryüzünü kaplayan ışıltı dolu mırıltısına, evrenin sabah serinliğinde insanı ürperten, iliklerine dek sızan, coşku dolu kutsal ayetine, o büyülü notaların, görkemli tımbırtısına selam duruyordu… Adanın başıboş köpeklerinden biri geliyordu uzaktan, sanki selam verir gibi geçip gitti yanımdan, bir kedi yavrusu duvarın dibinde gölgesiyle oynuyor, baharın ilk kelebeği bir çarkıfeleğin üzerinde, o esrarengiz aylasını arar gibi uçuşuyordu. O gün anladım ki evrenin bir kokusu, bir ruhu vardı. Çiçeklerin, yaşam sevinciyle dolu canların, meleklerin ve sonsuza dek bizden gizlenmeye ahdetmiş ama gümrah kokularının yanında kendi nurunu ve kendi tanrısal tılsımını bizlere bahşetmiş tanrının ıtırıydı bu burnuma dolan afsun, bir türlü tanımlanamaz o büyülü, sonsuz hülya!.. Lunaparka kadar kuşlar, böcekler ve çiçeklerle el ele, kah durarak, kah koşuşup, soluk soluğa kalarak, bir sarhoş gibi yalpalayıp durdum. O vecd halinden, o kuytulardan, tepelerden, hişt hişt diye beni çağıran şeylerden, görünmez meleklerden, belki de tanrının nimetlerinden yarı baygın, kendinden geçmiş halde lunaparka geldiğimde, kimsecikler yoktu… Beni bekleyen kimseler yoktu. Issız ve ime time karışmış gibiydi dünya, Birden kendi soluğumu duydum ve kederli gözlerimle; uzak yağmurlar yağan bir ülkede umarsız; bir boşluğa bakar gibi bakıyordum artık… Dikkat kesildiğimde, uzaktaki minik korulukta, sahipsiz, gölgesiz, belli belirsiz bir at, ikide bir kuyruğunu sallıyor, başını oynatıyor ve çok uzaklardan bir vapurun düdüğü çalıyor, Aya Yorgi gökyüzüne doğru ellerini açıyor ve derin bir melodi, ulu bir armoniymiş gibi; yerin altından mı, göğün üstünden mi geldiği bellisiz bir sala; tüm dünyaya yayılıyordu… O zaman çocukluğumda, yapayalnız bir dağa tırmanırken, kim bilir kaçıncı kez kulağıma yankıyan, yinelemekten bıkmadığım, o türküyü tutturarak, aşağılara doğru yürümeye başladım ve sanki bir anda tüm ada ardıma düşmüş gibi bana eşlik ediyor ve yaşamın sevincini, o eşsiz, tanrısal güzelliğini, erişilmez tınısını, dizginsiz bir fener alayı; yaratan ve yaratmış olanın, kutsal çağrısı gibi haykırarak, göklere yükseliyor ve artık tüm bir ada, hep birlikte, tüm dünyayı sarsan bir dua, çıldırtan bir ilahi eşliğinde; Yeni Bir Maceranın Eşiğinde, güneşin içlerine doğru, sonsuza dek yitip gidiyordu!..'
‘Karanlığa övgüler olsun çünkü o bize düş kurmasını öğretti!.. Uyku tutmadığı için martı sesleri melankoliye sürükledi sanırım, ama sabah uyandığımda, baharla buluşma yerimiz lunapark meydanındaki kafeye doğru yola çıktım, çünkü menekşeler, çiğdemler, kırmızı, beyaz, envai çeşit çiçekler renklerini yavaşça güneşe, dünyaya, hayata meydan okurcasına serip serpiştiriyordu güzelim adaya, sabah çiyinde adı bilinmedik nice çiçekler, gizil ara sokaklarda, minik tümseklerde, el değmemiş çukurlarda, duvarlardan sarkan sarmaşıklarda sevdalanmayı, aşka aşık olmak değil, yaşama aşık olmayı bellemiş garip kulunu sevindirmek için çılgınca boy gösteriyordu artık… Kırağının kapladığı çayır, çimen sabah sisinde, üzerinden yükselen buğunun güneşli ışıltısında, sanki her gelip geçene hoş geldin demek ister gibi başını uzatıyor, boyu posuyla gökyüzüne doğru erişmek istercesine doğrulup, sonrasında narince eğilip bükülerek, kuşluk vaktinde, kutsal yaşamın içinden gelip geçen, sabah yelinin hışırtısına, güneşin yeryüzünü kaplayan ışıltı dolu mırıltısına, evrenin sabah serinliğinde insanı ürperten, iliklerine dek sızan, coşku dolu kutsal ayetine, o büyülü notaların, görkemli tımbırtısına selam duruyordu… Adanın başıboş köpeklerinden biri geliyordu uzaktan, sanki selam verir gibi geçip gitti yanımdan, bir kedi yavrusu duvarın dibinde gölgesiyle oynuyor, baharın ilk kelebeği bir çarkıfeleğin üzerinde, o esrarengiz aylasını arar gibi uçuşuyordu. O gün anladım ki evrenin bir kokusu, bir ruhu vardı. Çiçeklerin, yaşam sevinciyle dolu canların, meleklerin ve sonsuza dek bizden gizlenmeye ahdetmiş ama gümrah kokularının yanında kendi nurunu ve kendi tanrısal tılsımını bizlere bahşetmiş tanrının ıtırıydı bu burnuma dolan afsun, bir türlü tanımlanamaz o büyülü, sonsuz hülya!.. Lunaparka kadar kuşlar, böcekler ve çiçeklerle el ele, kah durarak, kah koşuşup, soluk soluğa kalarak, bir sarhoş gibi yalpalayıp durdum. O vecd halinden, o kuytulardan, tepelerden, hişt hişt diye beni çağıran şeylerden, görünmez meleklerden, belki de tanrının nimetlerinden yarı baygın, kendinden geçmiş halde lunaparka geldiğimde, kimsecikler yoktu… Beni bekleyen kimseler yoktu. Issız ve ime time karışmış gibiydi dünya, Birden kendi soluğumu duydum ve kederli gözlerimle; uzak yağmurlar yağan bir ülkede umarsız; bir boşluğa bakar gibi bakıyordum artık… Dikkat kesildiğimde, uzaktaki minik korulukta, sahipsiz, gölgesiz, belli belirsiz bir at, ikide bir kuyruğunu sallıyor, başını oynatıyor ve çok uzaklardan bir vapurun düdüğü çalıyor, Aya Yorgi gökyüzüne doğru ellerini açıyor ve derin bir melodi, ulu bir armoniymiş gibi; yerin altından mı, göğün üstünden mi geldiği bellisiz bir sala; tüm dünyaya yayılıyordu… O zaman çocukluğumda, yapayalnız bir dağa tırmanırken, kim bilir kaçıncı kez kulağıma yankıyan, yinelemekten bıkmadığım, o türküyü tutturarak, aşağılara doğru yürümeye başladım ve sanki bir anda tüm ada ardıma düşmüş gibi bana eşlik ediyor ve yaşamın sevincini, o eşsiz, tanrısal güzelliğini, erişilmez tınısını, dizginsiz bir fener alayı; yaratan ve yaratmış olanın, kutsal çağrısı gibi haykırarak, göklere yükseliyor ve artık tüm bir ada, hep birlikte, tüm dünyayı sarsan bir dua, çıldırtan bir ilahi eşliğinde; Yeni Bir Maceranın Eşiğinde, güneşin içlerine doğru, sonsuza dek yitip gidiyordu!..'
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.