9786258385427
814951
https://www.hesapli24.com/hmk-5-cilt-hukum-ve-davaya-son-veren-taraf-islemleri
HMK - 5. Cilt - Hüküm ve Davaya Son Veren Taraf İşlemleri
12.17
Bu çalışma, uygulamaya yönelik mütevazi nitelikte, en güncel ve en yeni tarihli içtihatlardan hazırlanmış olan, HMK. m.294-315'te düzenlenen hüküm ve davaya son veren taraf işlemlerine ilişkin mevzuat incelemesidir.
Çalışmadan özetler;
1- HMK'nın “Hükmün Tavzihi” başlıklı 305'inci maddesinde; hüküm yeterince açık değilse veya yerine getirilmesinde duraksama uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, yerine getirilmesi tamamlanıncaya kadar taraflardan her birinin hükmün açıklanmasını veya duraksama ya da aykırılığın giderilmesini isteyebileceği, hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçların, tavzih yolu ile sınırlandırılamayacağı, genişletilemeyeceği ve değiştirilemeyeceği açıklanmıştır.
Anılan Kanun'a 7251 sayılı Kanun'un 27'nci maddesi ile ilave edilen “Hükmün Tamamlanması” başlıklı 305/A maddesinde; “Taraflardan her biri, nihaî kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde, yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlarda, ek karar verilmesini isteyebilir. Bu karara karşı kanun yoluna başvurulabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Tavzih, kural olarak sadece hüküm fıkrası hakkında olur. Hükmün gerekçesinin açıklanması için, tavzih yoluna başvurulamaz. Ancak, hüküm fıkrası ile gerekçe arasında bir çelişki varsa, bu çelişkinin giderilmesi için tavzih yoluna başvurulabilir (HGK'nın 14/06/1967 tarihli ve 1967/9-462 E., 300 K. sayılı kararı).
Tavzih yoluna başvurabilmek için hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek yoktur. Kesinleşmemiş olan kararlar hakkında da hükmün icrasına (yerine getirilmesine) kadar tavzih istenebilir. Fakat tavzih talebinde bulunulmakla temyiz süresi durmaz.
İlamın icraya konmasından sonra da, ilam tamamen icra edilinceye kadar hükmün tavzihinin istenilmesi mümkündür. İcra müdürünün hükmü yorumlamak (tavzih etmek) yetkisi yoktur. Hüküm ancak onu vermiş olan mahkemece tavzih edilir.
Hakim tavzih yolu ile hükümde unutmuş olduğu talepler hakkında karar verip bunu hükmüne ekleyemez. Bunun gibi hüküm verirken unutmuş olduğu vekalet ücreti veya faiz hakkında tavzih yolu ile bir karar verip bunu hükmüne dahil edemez. Aynı şekilde kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişki de tavzih yolu ile giderilemez. Bütün bu anlatımlardan çıkan netice, tavzih yolu ile kesinleşmiş olan hüküm sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez (Prof, Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, 2001r cilt 5, sayfa 5270 vd.).
Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece re'sen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir (HMK m.304/16).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) “Davadan feragat” başlıklı 307. maddesinde feragat; davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi şeklinde tanımlanmıştır. Aynı Kanun'un “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesinin 1. fıkrasında feragatin, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılabileceği, 2. fıkrasında feragatin hüküm ve sonuç doğurmasının karşı tarafın veya mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, 4. fıkrasında ise feragat ve kabulün kayıtsız ve şartsız olması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
2- Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, davacının talep sonucundan (HMK m. 119/1-ğ) kısmen veya tamamen vazgeçmesidir. Davadan feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan tamamen veya kısmen vazgeçmektedir. Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi (HMK m. 24), davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar bazı istisna davalar dışında her davadan feragat edilebilir.
Sözü edilen düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; dava yoluyla bir hak talebinde bulunulabilmesi için, o hakkın maddi hukuk bakımından mevcut olması gerekir. Böyle bir durumda bu hak, davacının davasından feragat etmesiyle düşer. Buna karşılık dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde gerçekte mevcut olmayan bir hak talep etmiş olan davacı, davasından feragat etmekle bu hakkın mevcut olmadığını bildirmiş sayılır. Her iki hâlde de, davadan feragat ile sona eren veya mevcut olmadığı bildirilen hak, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava konusu yapılamaz (HMK m. 303/1.)
Feragat ile ilgili diğer bir düzenleme ise HMK'nın 311. maddesinde “Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir” şeklindedir. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki; davadan feragat, uyuşmazlığı sona erdirmesi nedeniyle bir usul işlemi olduğu gibi feragatin içeriği nedeniyle de aynı zamanda bir maddi hukuk işlemidir. Diğer bir ifadeyle usul işlemi içinde aynı zamanda maddi hukuk işlemi de yapılmaktadır. Çünkü davadan feragat ile sadece dava sona ermemekte, davacı aynı zamanda dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan da feragat etmektedir. Davadan feragat, her şeyden önce bir usul işlemi olduğundan, feragatin şartları ve etkileri de usul hukuku tarafından düzenleme altına alınmıştır. Bu nedenledir ki, feragatin şekli, davayı sona erdirmesi ve davanın feragat nedeniyle reddine ilişkin mahkeme kararları kanun yoluna tabi kılınmıştır.
Buna karşılık; feragatin maddi hukuk işlemi olan içeriğine diğer bir ifadeyle vazgeçilen hakka karşı, kanun yolu ile değil, ancak maddi hukuk kurallarına göre iptal edilebileceği düzenlenmiştir. Çünkü, bir hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun hukukî sonuç doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda (BK) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)'nda ise 30 ila 39. maddeler arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında belirtilmiştir.
Yine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 22.05.1987 tarihli 1986/4 E, 1987/5 K. sayılı kararının gerekçesinde, yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olmadan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul edilmiştir.
Az yukarda açıklandığı üzere HMK'nın 309. maddesinin 4. fıkrasına göre “feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.” Aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2005 tarihli ve 2005/11-242 E., 2005/249 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/13-76 E., 2009/120 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/12-112 E., 2009/126 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir (Feragatin açık olmasına ve söylenen sözün özüne bakılmasına dair Hukuk Genel Kurulunun 07.01.1970 tarihli ve 1969/2-681 E., 1970/11 K.; 13.01.1972 tarihli ve 1970/8-773 E., 1972/164 K.; 01.11.1978 tarihli ve 1977/575 E., 1978/906 K. sayılı kararları bulunmaktadır). Öğretide de feragatin; açık ve kesin olması gerektiği belirtilmektedir (Belgesay, M.Reşit: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt: I, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 78-95, İstanbul 1939, s. 254; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: I-II, 6. Bası, İstanbul 1997, s. 573; Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s. 552-553).
Bu yasal düzenlemelerden de anlaşıldığı üzere davasından feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan (talepten) vazgeçmektedir.
Bu çalışma, uygulamaya yönelik mütevazi nitelikte, en güncel ve en yeni tarihli içtihatlardan hazırlanmış olan, HMK. m.294-315'te düzenlenen hüküm ve davaya son veren taraf işlemlerine ilişkin mevzuat incelemesidir.
Çalışmadan özetler;
1- HMK'nın “Hükmün Tavzihi” başlıklı 305'inci maddesinde; hüküm yeterince açık değilse veya yerine getirilmesinde duraksama uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, yerine getirilmesi tamamlanıncaya kadar taraflardan her birinin hükmün açıklanmasını veya duraksama ya da aykırılığın giderilmesini isteyebileceği, hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçların, tavzih yolu ile sınırlandırılamayacağı, genişletilemeyeceği ve değiştirilemeyeceği açıklanmıştır.
Anılan Kanun'a 7251 sayılı Kanun'un 27'nci maddesi ile ilave edilen “Hükmün Tamamlanması” başlıklı 305/A maddesinde; “Taraflardan her biri, nihaî kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde, yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlarda, ek karar verilmesini isteyebilir. Bu karara karşı kanun yoluna başvurulabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Tavzih, kural olarak sadece hüküm fıkrası hakkında olur. Hükmün gerekçesinin açıklanması için, tavzih yoluna başvurulamaz. Ancak, hüküm fıkrası ile gerekçe arasında bir çelişki varsa, bu çelişkinin giderilmesi için tavzih yoluna başvurulabilir (HGK'nın 14/06/1967 tarihli ve 1967/9-462 E., 300 K. sayılı kararı).
Tavzih yoluna başvurabilmek için hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek yoktur. Kesinleşmemiş olan kararlar hakkında da hükmün icrasına (yerine getirilmesine) kadar tavzih istenebilir. Fakat tavzih talebinde bulunulmakla temyiz süresi durmaz.
İlamın icraya konmasından sonra da, ilam tamamen icra edilinceye kadar hükmün tavzihinin istenilmesi mümkündür. İcra müdürünün hükmü yorumlamak (tavzih etmek) yetkisi yoktur. Hüküm ancak onu vermiş olan mahkemece tavzih edilir.
Hakim tavzih yolu ile hükümde unutmuş olduğu talepler hakkında karar verip bunu hükmüne ekleyemez. Bunun gibi hüküm verirken unutmuş olduğu vekalet ücreti veya faiz hakkında tavzih yolu ile bir karar verip bunu hükmüne dahil edemez. Aynı şekilde kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişki de tavzih yolu ile giderilemez. Bütün bu anlatımlardan çıkan netice, tavzih yolu ile kesinleşmiş olan hüküm sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez (Prof, Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, 2001r cilt 5, sayfa 5270 vd.).
Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece re'sen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir (HMK m.304/16).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) “Davadan feragat” başlıklı 307. maddesinde feragat; davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi şeklinde tanımlanmıştır. Aynı Kanun'un “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesinin 1. fıkrasında feragatin, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılabileceği, 2. fıkrasında feragatin hüküm ve sonuç doğurmasının karşı tarafın veya mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, 4. fıkrasında ise feragat ve kabulün kayıtsız ve şartsız olması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
2- Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, davacının talep sonucundan (HMK m. 119/1-ğ) kısmen veya tamamen vazgeçmesidir. Davadan feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan tamamen veya kısmen vazgeçmektedir. Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi (HMK m. 24), davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar bazı istisna davalar dışında her davadan feragat edilebilir.
Sözü edilen düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; dava yoluyla bir hak talebinde bulunulabilmesi için, o hakkın maddi hukuk bakımından mevcut olması gerekir. Böyle bir durumda bu hak, davacının davasından feragat etmesiyle düşer. Buna karşılık dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde gerçekte mevcut olmayan bir hak talep etmiş olan davacı, davasından feragat etmekle bu hakkın mevcut olmadığını bildirmiş sayılır. Her iki hâlde de, davadan feragat ile sona eren veya mevcut olmadığı bildirilen hak, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava konusu yapılamaz (HMK m. 303/1.)
Feragat ile ilgili diğer bir düzenleme ise HMK'nın 311. maddesinde “Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir” şeklindedir. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki; davadan feragat, uyuşmazlığı sona erdirmesi nedeniyle bir usul işlemi olduğu gibi feragatin içeriği nedeniyle de aynı zamanda bir maddi hukuk işlemidir. Diğer bir ifadeyle usul işlemi içinde aynı zamanda maddi hukuk işlemi de yapılmaktadır. Çünkü davadan feragat ile sadece dava sona ermemekte, davacı aynı zamanda dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan da feragat etmektedir. Davadan feragat, her şeyden önce bir usul işlemi olduğundan, feragatin şartları ve etkileri de usul hukuku tarafından düzenleme altına alınmıştır. Bu nedenledir ki, feragatin şekli, davayı sona erdirmesi ve davanın feragat nedeniyle reddine ilişkin mahkeme kararları kanun yoluna tabi kılınmıştır.
Buna karşılık; feragatin maddi hukuk işlemi olan içeriğine diğer bir ifadeyle vazgeçilen hakka karşı, kanun yolu ile değil, ancak maddi hukuk kurallarına göre iptal edilebileceği düzenlenmiştir. Çünkü, bir hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun hukukî sonuç doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda (BK) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)'nda ise 30 ila 39. maddeler arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında belirtilmiştir.
Yine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 22.05.1987 tarihli 1986/4 E, 1987/5 K. sayılı kararının gerekçesinde, yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olmadan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul edilmiştir.
Az yukarda açıklandığı üzere HMK'nın 309. maddesinin 4. fıkrasına göre “feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.” Aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2005 tarihli ve 2005/11-242 E., 2005/249 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/13-76 E., 2009/120 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/12-112 E., 2009/126 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir (Feragatin açık olmasına ve söylenen sözün özüne bakılmasına dair Hukuk Genel Kurulunun 07.01.1970 tarihli ve 1969/2-681 E., 1970/11 K.; 13.01.1972 tarihli ve 1970/8-773 E., 1972/164 K.; 01.11.1978 tarihli ve 1977/575 E., 1978/906 K. sayılı kararları bulunmaktadır). Öğretide de feragatin; açık ve kesin olması gerektiği belirtilmektedir (Belgesay, M.Reşit: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt: I, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 78-95, İstanbul 1939, s. 254; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: I-II, 6. Bası, İstanbul 1997, s. 573; Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s. 552-553).
Bu yasal düzenlemelerden de anlaşıldığı üzere davasından feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan (talepten) vazgeçmektedir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.