İslamcılığın Doğuşu; Osmanlı'dan Günümüze Türkiye'de Gelişimi

Stok Kodu:
9786059038201
Boyut:
160-235-0
Sayfa Sayısı:
556
Baskı:
2
Basım Tarihi:
2015-02-01
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
14,44
9786059038201
693017
İslamcılığın Doğuşu; Osmanlı'dan Günümüze Türkiye'de Gelişimi
İslamcılığın Doğuşu; Osmanlı'dan Günümüze Türkiye'de Gelişimi
14.44
Tiftikçi, kitabın "Giriş" kısmında, bu çalışmanın bir din veya İslam eleştirisi olmadığını, İslamcılığın incelenmesi olduğunu yazıyor. Yazarın İslamcılık ve dincilik olarak adlandırdığı kavramlar ise; dini referans göstererek, dünyevi sorunlara çözüm üretmeye çalışan felsefi, siyasi, ekonomik, toplumsal görüşleri anlatıyor. Türkiye'de İslam dini üzerine, mezhepler üzerine, tarikatlar üzerine epeyce çalışma yayımlandı. Ama genel olarak İslamcı akımın ve bugün Türkiye'nin gündemine damgasını vuran dinciliğin, sınıflar mücadelesi sürecinin bir bileşeni olarak incelendiğini söyleyemeyiz. Bu konuda yazıp çizen araştırmacılar genelde İslamcılığa tümüyle olumsuz, tarihi geri çevirmeye çalışan bir akım olarak yaklaşmışlardır. Tiftikçi ise 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak biçimlenen İslamcılığın, o dönem için burjuva reformist bir akım olduğunu gösteriyor. Kitapta, bütün Müslüman ülkelerinde burjuvazinin laik değil, İslamcı olarak doğduğu, bu ülkelerde gelişen milliyetçi ve sol hareketlerin de gene İslamcı köklerden geldiği anlatılıyor. Müslüman dünyası 19. yüzyılın son çeyreğinde tümüyle Batı'nın sömürgesi durumuna düşmüştü. Hala devlet olarak varlığını sürdüren Osmanlı ve İran da yarı-sömürge durumundaydılar. İslamcılık, zorla işgale, talana, ulus olarak, halk olarak, din ve dil olarak aşağılanmaya, zorla asimilasyona karşı bir tepki olarak biçimlendi. Yazar, İslamcılığı o tarihi dönem için burjuva reformist bir akım yapan özellikleri şöyle sıralıyor: İslamcılık Batı sömürgeciliğine ve onun zorla asimilasyon politikalarına karşıydı. Batı sömürgeciliğine karşı, sömürge İslam dünyasının birliğini savunuyorlardı. İslamcılar kendi ülkeleri için de parlamenter bir rejim (meşrutiyet) istiyor, hanedan, Şah, Emir, Sultan gibi despot yönetimlere karşı çıkıyorlardı. İslamcılık dini bağnazlığa ve Müslüman dünyasının mezhepler, tarikatlar, cemaatler biçiminde bölünmüşlüğüne de karşı çıkıyordu. İslamcılar bütün bu bölünmüşlüğün üstünde, Kur'an ve sünneti temel alan bir anlayışı savunuyorlardı. İslamcılık ilk ortaya çıktığı yerlerde, özellikle Rusya'da, aynı zamanda ulusalcı özellikler de taşıyordu. İslamcı akımın Müslüman dünyasında en son ortaya çıktığı yer Osmanlı İmparatorluğu idi. Osmanlı'da İslamcılık İkinci Meşrutiyetle birlikte ortaya çıktı ve Kurtuluş Savaşı sürecinde de tasfiye oldu. Kitapta hem Osmanlı İslamcılığının ayırt edici yanları inceleniyor, hem de İslamcılığı N. Kemal'le başlatan, ya da II. Abdülhamid'i büyük İslamcı padişah sayan görüşlerin ayrıntılı bir eleştirisi yapılıyor. Yazar, kitabında İslamcı görüşleri yalnızca anlatmakla kalmıyor, İslamcıların çözüm olarak sunduğu ekonomik, siyasi, toplumsal görüşlerin bilimsel bir eleştirisini de yapıyor. Yazarın anlatımına göre, bugün isimlerini çok sık duyduğumuz Nurcu, Süleymancı, Işıkçı cemaatler ve İskenderpaşa Cami, İsmailağa cami cemaati gibi oluşumlar, tek parti döneminde biçimlenmeye başlıyorlar. Bu cemaatlerin asıl geliştikleri dönem İkinci Dünya Savaşı sonrası. Tiftikçi bu cemaatleşmeyi İslamcılık akımı içinde değerlendirmiyor ve "Dincilik" kavramıyla ifade ediyor. Dinciliği İslamcılıktan ayırt eden özellikler ise kitapta ayrıntılı olarak anlatılıyor. Yazar, kitabın bölümleri içinde Nurculuğun kurucusu Said Nursi'ye özel bir yer ayırmış. Bu bölümlerde Said-i Kürdi'nin önce Said-i Nursi'ye, sonra da Said-i "Türki"ye nasıl dönüştüğü anlatılıyor. Kitapta Said Kürdi'nin bu dönüşümünün, Kürt ulusal mücadelesi ve sınıf mücadelesi bakımından anlamı üzerinde de duruluyor. Türkiye'de sol, demokrat kesimde, bütün Müslümanları bir bütün ve genelde gerici olarak görme şeklinde bir eğilim vardır. Kitap gerçeğin böyle olmadığını, Müslüman dünyasının da, benzetmek gerekirse sol dünya gibi karmakarışık olduğunu gösteriyor. Eğer Türkiye'de düzen değiştirilmek isteniyorsa, bu harekete kendisini Müslüman olarak nitelendiren kitlenin kazanılması gerektiği açık bir gerçektir. Bu kitleyi kazanmada yaklaşım; onları dini inançlarından arındırmaya çalışmak değil, bu kitlenin devrimci, demokrat, antiemperyalist harekete katılımını engelleyenlerin etkisini kırmak olmalıdır. Örneğin bugün halkımız, Müslümanlıktan değil ama AKP dinciliğinden, ya da Amerikancı ?ılımlı İslam? denilen ve 28 Şubat 1997 muhtırasıyla, geleneksel Milli Görüş akımının yerine ikame edilen akımdan kurtulmak zorundadır. Bunu yapabilmek için, bir yandan Müslüman kitlelerin sol hakkındaki ön yargılarını kırmaya çalışırken, aynı zamanda, demokrat, laik kitlenin, Sünni dünyası ile ilgili ön yargılarıyla da mücadele etmek zorunludur. O. Tiftikçi'nin çalışması bütün bunları başarabilmek için mutlaka okunması gereken bir kitap.
Tiftikçi, kitabın "Giriş" kısmında, bu çalışmanın bir din veya İslam eleştirisi olmadığını, İslamcılığın incelenmesi olduğunu yazıyor. Yazarın İslamcılık ve dincilik olarak adlandırdığı kavramlar ise; dini referans göstererek, dünyevi sorunlara çözüm üretmeye çalışan felsefi, siyasi, ekonomik, toplumsal görüşleri anlatıyor. Türkiye'de İslam dini üzerine, mezhepler üzerine, tarikatlar üzerine epeyce çalışma yayımlandı. Ama genel olarak İslamcı akımın ve bugün Türkiye'nin gündemine damgasını vuran dinciliğin, sınıflar mücadelesi sürecinin bir bileşeni olarak incelendiğini söyleyemeyiz. Bu konuda yazıp çizen araştırmacılar genelde İslamcılığa tümüyle olumsuz, tarihi geri çevirmeye çalışan bir akım olarak yaklaşmışlardır. Tiftikçi ise 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak biçimlenen İslamcılığın, o dönem için burjuva reformist bir akım olduğunu gösteriyor. Kitapta, bütün Müslüman ülkelerinde burjuvazinin laik değil, İslamcı olarak doğduğu, bu ülkelerde gelişen milliyetçi ve sol hareketlerin de gene İslamcı köklerden geldiği anlatılıyor. Müslüman dünyası 19. yüzyılın son çeyreğinde tümüyle Batı'nın sömürgesi durumuna düşmüştü. Hala devlet olarak varlığını sürdüren Osmanlı ve İran da yarı-sömürge durumundaydılar. İslamcılık, zorla işgale, talana, ulus olarak, halk olarak, din ve dil olarak aşağılanmaya, zorla asimilasyona karşı bir tepki olarak biçimlendi. Yazar, İslamcılığı o tarihi dönem için burjuva reformist bir akım yapan özellikleri şöyle sıralıyor: İslamcılık Batı sömürgeciliğine ve onun zorla asimilasyon politikalarına karşıydı. Batı sömürgeciliğine karşı, sömürge İslam dünyasının birliğini savunuyorlardı. İslamcılar kendi ülkeleri için de parlamenter bir rejim (meşrutiyet) istiyor, hanedan, Şah, Emir, Sultan gibi despot yönetimlere karşı çıkıyorlardı. İslamcılık dini bağnazlığa ve Müslüman dünyasının mezhepler, tarikatlar, cemaatler biçiminde bölünmüşlüğüne de karşı çıkıyordu. İslamcılar bütün bu bölünmüşlüğün üstünde, Kur'an ve sünneti temel alan bir anlayışı savunuyorlardı. İslamcılık ilk ortaya çıktığı yerlerde, özellikle Rusya'da, aynı zamanda ulusalcı özellikler de taşıyordu. İslamcı akımın Müslüman dünyasında en son ortaya çıktığı yer Osmanlı İmparatorluğu idi. Osmanlı'da İslamcılık İkinci Meşrutiyetle birlikte ortaya çıktı ve Kurtuluş Savaşı sürecinde de tasfiye oldu. Kitapta hem Osmanlı İslamcılığının ayırt edici yanları inceleniyor, hem de İslamcılığı N. Kemal'le başlatan, ya da II. Abdülhamid'i büyük İslamcı padişah sayan görüşlerin ayrıntılı bir eleştirisi yapılıyor. Yazar, kitabında İslamcı görüşleri yalnızca anlatmakla kalmıyor, İslamcıların çözüm olarak sunduğu ekonomik, siyasi, toplumsal görüşlerin bilimsel bir eleştirisini de yapıyor. Yazarın anlatımına göre, bugün isimlerini çok sık duyduğumuz Nurcu, Süleymancı, Işıkçı cemaatler ve İskenderpaşa Cami, İsmailağa cami cemaati gibi oluşumlar, tek parti döneminde biçimlenmeye başlıyorlar. Bu cemaatlerin asıl geliştikleri dönem İkinci Dünya Savaşı sonrası. Tiftikçi bu cemaatleşmeyi İslamcılık akımı içinde değerlendirmiyor ve "Dincilik" kavramıyla ifade ediyor. Dinciliği İslamcılıktan ayırt eden özellikler ise kitapta ayrıntılı olarak anlatılıyor. Yazar, kitabın bölümleri içinde Nurculuğun kurucusu Said Nursi'ye özel bir yer ayırmış. Bu bölümlerde Said-i Kürdi'nin önce Said-i Nursi'ye, sonra da Said-i "Türki"ye nasıl dönüştüğü anlatılıyor. Kitapta Said Kürdi'nin bu dönüşümünün, Kürt ulusal mücadelesi ve sınıf mücadelesi bakımından anlamı üzerinde de duruluyor. Türkiye'de sol, demokrat kesimde, bütün Müslümanları bir bütün ve genelde gerici olarak görme şeklinde bir eğilim vardır. Kitap gerçeğin böyle olmadığını, Müslüman dünyasının da, benzetmek gerekirse sol dünya gibi karmakarışık olduğunu gösteriyor. Eğer Türkiye'de düzen değiştirilmek isteniyorsa, bu harekete kendisini Müslüman olarak nitelendiren kitlenin kazanılması gerektiği açık bir gerçektir. Bu kitleyi kazanmada yaklaşım; onları dini inançlarından arındırmaya çalışmak değil, bu kitlenin devrimci, demokrat, antiemperyalist harekete katılımını engelleyenlerin etkisini kırmak olmalıdır. Örneğin bugün halkımız, Müslümanlıktan değil ama AKP dinciliğinden, ya da Amerikancı ?ılımlı İslam? denilen ve 28 Şubat 1997 muhtırasıyla, geleneksel Milli Görüş akımının yerine ikame edilen akımdan kurtulmak zorundadır. Bunu yapabilmek için, bir yandan Müslüman kitlelerin sol hakkındaki ön yargılarını kırmaya çalışırken, aynı zamanda, demokrat, laik kitlenin, Sünni dünyası ile ilgili ön yargılarıyla da mücadele etmek zorunludur. O. Tiftikçi'nin çalışması bütün bunları başarabilmek için mutlaka okunması gereken bir kitap.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat