9786054822027
607057
https://www.hesapli24.com/islamlasma-efsanesi-kolektif-bir-anksiyete-uzerine-deneme
İslamlaşma Efsanesi;Kolektif Bir Anksiyete Üzerine Deneme Kolektif Bir Anksiyete Üzerine Deneme
10.37
Bir aşırı sağcı militanın 1990'lı yıllar boyunca komada kaldığını ve 2000'li yıllarda da komadan çıktığını, nihayet günlük hayatına yeniden döndüğünü hayal edelim: İlk olarak içinde yer aldığı siyasî çevrelerin aşırı sert ırkçı tutumları karşısında dehşete kapılır, ikinci olarak içinde yer aldığı aşırı sağcı grubun ittifakları karşısında dehşete kapılır. Çünkü mensubu olduğu aşırı sağcı grubun, kendini devletin ve halkın sahibi sanan cumhuriyetçi-laiklerle, laik solcularla, kendini sosyalist ve komünist olarak tanımlayan çevrelerle neredeyse sarsılmaz bir ittifak kurduğuna tanıklık etmektedir. İttifakın adı laiklik ve vatan değerlerinin bütünlüğüdür. Laik çatı sağ/sol ayrımını aşmış, vatancı bir laik miğfer, bir laik cevap halini almıştır. Komadan çıkan aşırı sağcı militanımız, uyanır uyanmaz gördüğü bu rüya karşısında kendine "hâlâ komada mıyım?" diye sorar.
İttifaka, bütün olarak Avrupa Birliği ve kimi AB adayı ülkelerde tırmanan müslümanlaşma, İslâmlaşma, aşırı göçmen nüfus ve göçmenlerin doğurganlığı sebep olmuştur.
Laik cepheye göre, Avrupa nüfusu müslümanlaşmakta ve Avrupa değerleri de İslâmlaşmakta ya da giderek İslâmî değerlere teslim olmaktadır. İslâm, Avrupa'yı içeriden sömürgeleştirmek üzeredir.
Böylece 2000'li yıllarda, Avrupa ('değerlerini' savunan) toplumlarının çoğundaki tartışmalar İslâmlaşma kelimesinin etrafında dönmeye başladı.
Avrupalılar nezdinde İslâmlaşma, bir sentezin adıdır: Türkleşme, Araplaşma, Pakistanlılaşma ama şeriata doğru ilerleyen bir sentez. Laik cepheye göre İslâmlaşma, 1980'li, 1970'li yıllarda çökertilen İtalya'daki Kızıl Tugaylar ya da Almanya'da Baader Örgütü'nün yerini almıştır. Hattâ İslâmî talepler, eski devrimci komünizmin yerine geçmiştir.
Ama durum farklıdır. Arap ya da Türk kökenli, ama müslümanlar genellikle banliyölerde yaşarlar. Bu mahallelerde yaşayan nüfus, bir kenara atılmış, ülkenin geri kalanından uzaklaştırılmışlardır. Maddî ve özellikle de simgesel bir sefâlet içinde sürdürürler yaşamlarını. Buralarda yaşayan ve dine en çok inananlar nüfusun en yoksul kesimleridir: Kırılgan ve patlamaya hazırdırlar.
Liogier'in kitabı bu efsaneyi ya da Avrupa'nın yeni yoksullarının tuzu kurularının korkularından türeyen efsaneyi anlatıyor.
Bir aşırı sağcı militanın 1990'lı yıllar boyunca komada kaldığını ve 2000'li yıllarda da komadan çıktığını, nihayet günlük hayatına yeniden döndüğünü hayal edelim: İlk olarak içinde yer aldığı siyasî çevrelerin aşırı sert ırkçı tutumları karşısında dehşete kapılır, ikinci olarak içinde yer aldığı aşırı sağcı grubun ittifakları karşısında dehşete kapılır. Çünkü mensubu olduğu aşırı sağcı grubun, kendini devletin ve halkın sahibi sanan cumhuriyetçi-laiklerle, laik solcularla, kendini sosyalist ve komünist olarak tanımlayan çevrelerle neredeyse sarsılmaz bir ittifak kurduğuna tanıklık etmektedir. İttifakın adı laiklik ve vatan değerlerinin bütünlüğüdür. Laik çatı sağ/sol ayrımını aşmış, vatancı bir laik miğfer, bir laik cevap halini almıştır. Komadan çıkan aşırı sağcı militanımız, uyanır uyanmaz gördüğü bu rüya karşısında kendine "hâlâ komada mıyım?" diye sorar.
İttifaka, bütün olarak Avrupa Birliği ve kimi AB adayı ülkelerde tırmanan müslümanlaşma, İslâmlaşma, aşırı göçmen nüfus ve göçmenlerin doğurganlığı sebep olmuştur.
Laik cepheye göre, Avrupa nüfusu müslümanlaşmakta ve Avrupa değerleri de İslâmlaşmakta ya da giderek İslâmî değerlere teslim olmaktadır. İslâm, Avrupa'yı içeriden sömürgeleştirmek üzeredir.
Böylece 2000'li yıllarda, Avrupa ('değerlerini' savunan) toplumlarının çoğundaki tartışmalar İslâmlaşma kelimesinin etrafında dönmeye başladı.
Avrupalılar nezdinde İslâmlaşma, bir sentezin adıdır: Türkleşme, Araplaşma, Pakistanlılaşma ama şeriata doğru ilerleyen bir sentez. Laik cepheye göre İslâmlaşma, 1980'li, 1970'li yıllarda çökertilen İtalya'daki Kızıl Tugaylar ya da Almanya'da Baader Örgütü'nün yerini almıştır. Hattâ İslâmî talepler, eski devrimci komünizmin yerine geçmiştir.
Ama durum farklıdır. Arap ya da Türk kökenli, ama müslümanlar genellikle banliyölerde yaşarlar. Bu mahallelerde yaşayan nüfus, bir kenara atılmış, ülkenin geri kalanından uzaklaştırılmışlardır. Maddî ve özellikle de simgesel bir sefâlet içinde sürdürürler yaşamlarını. Buralarda yaşayan ve dine en çok inananlar nüfusun en yoksul kesimleridir: Kırılgan ve patlamaya hazırdırlar.
Liogier'in kitabı bu efsaneyi ya da Avrupa'nın yeni yoksullarının tuzu kurularının korkularından türeyen efsaneyi anlatıyor.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.