Mekke'deki Kor Parçası

Stok Kodu:
9789944835787
Boyut:
110-165
Sayfa Sayısı:
336
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2014-01
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
8,35
9789944835787
433349
Mekke'deki Kor Parçası
Mekke'deki Kor Parçası
8.35
Allahın yarattığı en aziz varlık olan insanı kurtarmak ve mutlu etmek İslâm Dîninin ana gayesidir. İnsanımızı şaşkına çeviren kavram kargaşasının zirveye ulaştığı bu zamanda ortaya sürülen kurtuluş ve mutluluk formüllerinin artık yalama olması, İslâmın dışında kalan sistemlerin iflâsını haykırırken, İslâm mücâhidlerine düşen önemli görevlerden birisi, sistemlerin takdim ettikleri değer ölçülerini ve yetiştirdikleri insan tiplerini ilmin net ışığında ve elle tutulur kesinlikte ortaya koymaktır. Tarih boyunca değer ölçülerinin münakaşa edildiği İslâm-küfür yahut İslâm-câhiliyet savaşı, dünyalarını bilgisizliğin zindan ettiği insanları aydınlığa çıkarmak gayesiyle başlamış, gösterdiği sonsuz genişliğe ve müsamahaya rağmen en katı tepkilere maruz kalmıştır. Bu yönüyle tarih, bir garabetler sahnesidir; en çok müsamaha gösteren, en acımasız hücumlara hedef yapılır. Bunu anlamak için, Rasûlullahın muamelesiyle Ona yapılanları mukayese etmek yeterlidir. İslâma saldıranlar, bilgisizlikleri ve kör saplantıları sebebiyle insanlardan başka yaratıklara yakışan nitelikleri kendilerine şiar edinenlerdir. İslâmın güzelliklerinden ve yüksek gayelerinden haberi olmayan bir kimse, eğer içinde kötülük taşımıyorsa, onu İslâmın değer ölçüleriyle ruhlandırarak önce topluma, sonra insanlığa kazandırmak bir derece kolaydır. Fakat hiçbir şeyle tatmin olmayan, herkese yüksekten bakan, hizmetleriyle donandığı köle ve hizmetçilerini insan bile saymayan, en basit hatalara en ağır cezaları az gören, herkese hükmetme derdiyle kıvranan, yaratıcısı Yüce Allaha kulluk yolunda alnı secdeye gelmeyen bir yırtıcıdan insan yapmak, ne denli zordur. İlâhî vahiyle aydınlanmayan ne olursa olsun, bugün uydurulmaya, yarın bozulup değiştirilmeye mahkûmdur. Böyle toplumlarda insan, deneme tahtasıdır. Bu sebeple kendisiyle her gün bir başka şekilde karşılaşan insan, kendisine saygıyı yitirmiş, başkalarına da değer vermez hâle gelmiştir. Bu uçurum, bir başka yönden bakıldığında; kendilerini yaratan Allahın koyduğu ebedî nizamdan başkalarına teslim olanların acı sonudur. Bu eserin konusu olan, azılı müşriklerden Utbe bin Rebîanın kızı, Bedir sonrasının Mekke başkanı Ebû Süfyanın karısı, Emevî Devletini kuran Muâviyenin anası Hind, Mekke Fethine kadar Kurâna sırt çeviren, cahilî sistemin yetiştirdiği bir kadındır. Bu devre içinde onun; kocasını daima kötüye teşvik eden, kafasına uymayan her şeyi reddeden, iliklerine kadar kin, kibir, gurur ve hasetle dolu bir yırtıcıdan yahut bir kuduz müptelâsından farkı yoktur. Bu sebeple daima huzursuzdur. Gönül rahatlığıyla geçirdiği dakikası yoktur. Bütün bunlar ne uğruna? Sadece bir hiç! Onun, babalarından ve çevresinden görerek kendine tanrı kabul ettiği putlara yaptığı yıllar boyu kulluk, takdim ettiği sayısız kurban, içini aydınlatacak bir kıvılcım bile parlatamamıştır. Mekke Fethinden sonraki Hind ise son derece huzurludur. Müslüman olduktan sonra kıldığı iki rekât namazda duyduğu huzuru, yıllar boyunca hiçbir şeyden duymamıştır. Basit gibi görünen bu büyük olay, işte insanlığa İslâmın ka- zandırdığı ruhun sırrını haykırmaktadır: En mutlu insan, Allaha en yakın insandır. Bu da Allahı anmakla ve Ona itaatla gerçekleşir. İslâma girmek, yeniden yaratılmak gibidir. Bu sebeple; Hamzanın ciğerlerini çiğnemekle tatmin olmayan Hindle, ilerlemiş yaşına rağmen Allah yolunda cihad gayesiyle cepheden cepheye koşan Hind arasında -cibilliyet dışındabir alâka göremezsiniz. Çünkü o, Mekke Fethinden sonra Rasûlullahın ve ordusunun yaşattığı huşû manzarasını evinin penceresinden -kendini alamayarakseyrederken ürpermiş, sonra Rasûlullahın huzuruna giderek Müslüman olmuştur. Böylece yeniden yaratılan Hindin bundan sonra tek gayesi, İslâma hizmet etmek ve Allahın düşmanlarına karşı savaşmak olmuştur. İçlerinde Hindin de savaştığı ve büyük hizmetler gördüğü İslâm ordularının fethettiği topraklarda yetişen Suriyeli mücahid yazar muhterem Münir Muhammed el-Gadbânın sayısız dersler ve ibretlerle dolu bu kıymetli eserini Cenab-ı Hakkın yardımıyla ülkemiz kültür dünyasına kazandırmış bulunuyoruz. Yarının mücâhid ve mücâhidelerinin yetişmesinde bu gibi eserlerin faydalı olacağına inanıyoruz. Bu vesile ile Rasûlullahı ve ashabını seven mücâhid araştırmacılarımızı; her biri kendi sahasında büyük kahramanlar topluluğunu, insanlığın yüz aklarını, yani Rasûlullahın sahâbî ve sahâbiyyelerini hiçbiri kalmayıncaya kadar Türk kitaplığına kazandırmaya çağırıyoruz. İslâm öncesi ve sonrası toplum hayatının çok yönlü bir tedkîkinin açık bir başarısı olan bu eserde olduğu gibi, bir sahâbînin hayatı, bütün devreleriyle ve şahsiyetinin bütün yönleriyle, okuyucuların da anlayış seviyeleri gözetilerek ele alınmalıdır. Meşhur ve büyük sahâbîler dışında bu saha boş sayılır. Özellikle bu çalışmaların, adları sadece anılıp geçilen, olaylar arasında kaybolup gitmiş bulunan, fakat yaptıkları büyük hizmetlerle büyük fetihlere katılan sahâbîler üzerinde yapılması daha faydalı olur kanaatindeyiz. Aynı zamanda bu gibi çalışmalar, Rasûlullahın akıllara durgunluk veren sabrının ve tahammülünün, denizler kadar engin müsamahasının anlaşılmasına yardımcı olur. Bunun yanında katı ve kör düşüncelerin hücumlarına İslâmın mukabele tarzını bugünün ve yarının davetçilerinin iyi anlaması lâzımdır. Dün buna ihtiyaç bile görülmüyordu. Fakat kitleler hâlinde iç bölünmeler, bunu anlamaya mecbur edecektir. Bugün Müslüman toplumların maruz kaldığı illetlerden biri, insan harcama kanserinin sanat veya meziyet hâline gelmiş olmasıdır. Böyle toplulukların bugün başlayıp yarın başaracakları hiçbir iş yoktur. Başarı, Allahın emrine, Rasûlullahın sünnetine sahâbî mantığıyla itaat etmeye ve İslâmı hayat nizamı olarak kabul etmeğe bağlıdır. Yüce Rabbimizden, Sevgili Peygamberimiz hürmetine, içimizde sahâbî kardeşliği ruhunu yeniden canlandırmasını diliyor, sünnet-i seniyyesi ve yüksek ahlâkıyla Rasûlullahı içimizde yaşatmaya bizleri muvaffak kılmasını istiyoruz. Başarıya ulaştıran ancak Allahtır. Ali Hüsrevoğlu Medine-i Münevvere 14.02.1410
Allahın yarattığı en aziz varlık olan insanı kurtarmak ve mutlu etmek İslâm Dîninin ana gayesidir. İnsanımızı şaşkına çeviren kavram kargaşasının zirveye ulaştığı bu zamanda ortaya sürülen kurtuluş ve mutluluk formüllerinin artık yalama olması, İslâmın dışında kalan sistemlerin iflâsını haykırırken, İslâm mücâhidlerine düşen önemli görevlerden birisi, sistemlerin takdim ettikleri değer ölçülerini ve yetiştirdikleri insan tiplerini ilmin net ışığında ve elle tutulur kesinlikte ortaya koymaktır. Tarih boyunca değer ölçülerinin münakaşa edildiği İslâm-küfür yahut İslâm-câhiliyet savaşı, dünyalarını bilgisizliğin zindan ettiği insanları aydınlığa çıkarmak gayesiyle başlamış, gösterdiği sonsuz genişliğe ve müsamahaya rağmen en katı tepkilere maruz kalmıştır. Bu yönüyle tarih, bir garabetler sahnesidir; en çok müsamaha gösteren, en acımasız hücumlara hedef yapılır. Bunu anlamak için, Rasûlullahın muamelesiyle Ona yapılanları mukayese etmek yeterlidir. İslâma saldıranlar, bilgisizlikleri ve kör saplantıları sebebiyle insanlardan başka yaratıklara yakışan nitelikleri kendilerine şiar edinenlerdir. İslâmın güzelliklerinden ve yüksek gayelerinden haberi olmayan bir kimse, eğer içinde kötülük taşımıyorsa, onu İslâmın değer ölçüleriyle ruhlandırarak önce topluma, sonra insanlığa kazandırmak bir derece kolaydır. Fakat hiçbir şeyle tatmin olmayan, herkese yüksekten bakan, hizmetleriyle donandığı köle ve hizmetçilerini insan bile saymayan, en basit hatalara en ağır cezaları az gören, herkese hükmetme derdiyle kıvranan, yaratıcısı Yüce Allaha kulluk yolunda alnı secdeye gelmeyen bir yırtıcıdan insan yapmak, ne denli zordur. İlâhî vahiyle aydınlanmayan ne olursa olsun, bugün uydurulmaya, yarın bozulup değiştirilmeye mahkûmdur. Böyle toplumlarda insan, deneme tahtasıdır. Bu sebeple kendisiyle her gün bir başka şekilde karşılaşan insan, kendisine saygıyı yitirmiş, başkalarına da değer vermez hâle gelmiştir. Bu uçurum, bir başka yönden bakıldığında; kendilerini yaratan Allahın koyduğu ebedî nizamdan başkalarına teslim olanların acı sonudur. Bu eserin konusu olan, azılı müşriklerden Utbe bin Rebîanın kızı, Bedir sonrasının Mekke başkanı Ebû Süfyanın karısı, Emevî Devletini kuran Muâviyenin anası Hind, Mekke Fethine kadar Kurâna sırt çeviren, cahilî sistemin yetiştirdiği bir kadındır. Bu devre içinde onun; kocasını daima kötüye teşvik eden, kafasına uymayan her şeyi reddeden, iliklerine kadar kin, kibir, gurur ve hasetle dolu bir yırtıcıdan yahut bir kuduz müptelâsından farkı yoktur. Bu sebeple daima huzursuzdur. Gönül rahatlığıyla geçirdiği dakikası yoktur. Bütün bunlar ne uğruna? Sadece bir hiç! Onun, babalarından ve çevresinden görerek kendine tanrı kabul ettiği putlara yaptığı yıllar boyu kulluk, takdim ettiği sayısız kurban, içini aydınlatacak bir kıvılcım bile parlatamamıştır. Mekke Fethinden sonraki Hind ise son derece huzurludur. Müslüman olduktan sonra kıldığı iki rekât namazda duyduğu huzuru, yıllar boyunca hiçbir şeyden duymamıştır. Basit gibi görünen bu büyük olay, işte insanlığa İslâmın ka- zandırdığı ruhun sırrını haykırmaktadır: En mutlu insan, Allaha en yakın insandır. Bu da Allahı anmakla ve Ona itaatla gerçekleşir. İslâma girmek, yeniden yaratılmak gibidir. Bu sebeple; Hamzanın ciğerlerini çiğnemekle tatmin olmayan Hindle, ilerlemiş yaşına rağmen Allah yolunda cihad gayesiyle cepheden cepheye koşan Hind arasında -cibilliyet dışındabir alâka göremezsiniz. Çünkü o, Mekke Fethinden sonra Rasûlullahın ve ordusunun yaşattığı huşû manzarasını evinin penceresinden -kendini alamayarakseyrederken ürpermiş, sonra Rasûlullahın huzuruna giderek Müslüman olmuştur. Böylece yeniden yaratılan Hindin bundan sonra tek gayesi, İslâma hizmet etmek ve Allahın düşmanlarına karşı savaşmak olmuştur. İçlerinde Hindin de savaştığı ve büyük hizmetler gördüğü İslâm ordularının fethettiği topraklarda yetişen Suriyeli mücahid yazar muhterem Münir Muhammed el-Gadbânın sayısız dersler ve ibretlerle dolu bu kıymetli eserini Cenab-ı Hakkın yardımıyla ülkemiz kültür dünyasına kazandırmış bulunuyoruz. Yarının mücâhid ve mücâhidelerinin yetişmesinde bu gibi eserlerin faydalı olacağına inanıyoruz. Bu vesile ile Rasûlullahı ve ashabını seven mücâhid araştırmacılarımızı; her biri kendi sahasında büyük kahramanlar topluluğunu, insanlığın yüz aklarını, yani Rasûlullahın sahâbî ve sahâbiyyelerini hiçbiri kalmayıncaya kadar Türk kitaplığına kazandırmaya çağırıyoruz. İslâm öncesi ve sonrası toplum hayatının çok yönlü bir tedkîkinin açık bir başarısı olan bu eserde olduğu gibi, bir sahâbînin hayatı, bütün devreleriyle ve şahsiyetinin bütün yönleriyle, okuyucuların da anlayış seviyeleri gözetilerek ele alınmalıdır. Meşhur ve büyük sahâbîler dışında bu saha boş sayılır. Özellikle bu çalışmaların, adları sadece anılıp geçilen, olaylar arasında kaybolup gitmiş bulunan, fakat yaptıkları büyük hizmetlerle büyük fetihlere katılan sahâbîler üzerinde yapılması daha faydalı olur kanaatindeyiz. Aynı zamanda bu gibi çalışmalar, Rasûlullahın akıllara durgunluk veren sabrının ve tahammülünün, denizler kadar engin müsamahasının anlaşılmasına yardımcı olur. Bunun yanında katı ve kör düşüncelerin hücumlarına İslâmın mukabele tarzını bugünün ve yarının davetçilerinin iyi anlaması lâzımdır. Dün buna ihtiyaç bile görülmüyordu. Fakat kitleler hâlinde iç bölünmeler, bunu anlamaya mecbur edecektir. Bugün Müslüman toplumların maruz kaldığı illetlerden biri, insan harcama kanserinin sanat veya meziyet hâline gelmiş olmasıdır. Böyle toplulukların bugün başlayıp yarın başaracakları hiçbir iş yoktur. Başarı, Allahın emrine, Rasûlullahın sünnetine sahâbî mantığıyla itaat etmeye ve İslâmı hayat nizamı olarak kabul etmeğe bağlıdır. Yüce Rabbimizden, Sevgili Peygamberimiz hürmetine, içimizde sahâbî kardeşliği ruhunu yeniden canlandırmasını diliyor, sünnet-i seniyyesi ve yüksek ahlâkıyla Rasûlullahı içimizde yaşatmaya bizleri muvaffak kılmasını istiyoruz. Başarıya ulaştıran ancak Allahtır. Ali Hüsrevoğlu Medine-i Münevvere 14.02.1410
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat