9789753633581
635457
https://www.hesapli24.com/secilmis-siirler-2
Seçilmiş Şiirler
10.19
John Donne (1572?-1631), "Metafizik Şiir" akımının en tanınmış temsilcisi. Prof. Mina Urgan'ın deyişiyle "İngiliz edebiyatında T. S. Eliot'tan önce anlaşılması en güç şair" olan John Donne'ın ve akımın öbür üyelerinin şiirleri, dönemin genel şiir beğenisinin dışında -ve kimi günümüz eleştirmenlerine göre üzerinde- olduğu için, yazıldıkları yıllarda yapay ve zorlama bulunmuşlar, ciddiye alınmamışlardı. Aynı yaklaşım 18. ve 19. yüzyıllarda da egemen oldu. Metafizik Şiir ve Metafizik Şairler, ancak yüzyılımızda, özellikle de Eliot'ın bu şairlerde "bir bütün olarak kendi içinde uyumlu bir duyarlık" ve "her türlü olgu, durum ve yaşam biçimini bağdaştırabilme, bir arada kavrayabilme ve değerlendirebilme yetisi" görmesinin etkisiyle önem kazandı.
Şimdi Metafizik Şiir, bu şairlerin içe dönük ve -terimin gönümüzde kullanıldığı anlamıyla- "gerçekçi" üslupları yanında, dönemin alışılmış şiir geleneklerine meydan okuyan, hiçbir konu, sözcük ya da terimin kutsal sayılmadığı, "şiirsel" olmayan özellikle bulunup kullanıldığı çarpıcı imgeleriyle yüzyılımızın modern şiirini önceleyen, haber veren bir akım olarak kabul görüyor. Seçilmiş Şiirler'de Bülent R. Bozkurt'un John Donne'ın bütün şiirleri arasından titizlikle seçerek asıllarına yaraşır bir ustalıkla dilimize kazandırdığı şiirler yer alıyor - gerek Metafizik Şiir'in gerekse İngiliz şiirinin klasikleri arasında sayılan "Pire" de bu şiirler arasında. Kimi şiirlere eklenen açıklayıcı notlar, John Donne şiirinin anlaşılmasını kolaylaştırıyor.
Tadımlık
Her yerde sis. Nehrin yukarısında küçük adacıkların ve çayırların arasına dolan sis; nehrin aşağısında saf saf gemilerin ve büyük (ve kirli) bir şehrin suya bıraktığı pisliklerin arasında kirlenerek yuvarlanan sis. Essex bataklıklarında, Kent yükseklerinde sis. Kömür gemilerinin mutfaklarına sızan sis, avlulara yayılan ve büyük gemilerin arması üzerinde asılı duran sis; mavnaların ve küçük teknelerin borda tirizlerinden damlayan sis. Koğuşlarının ateşleri başında hırıltıyla soluyan Greenwich'teki yaşlı dârülaceze sakinlerinin gözlerinde ve gırtlaklarında sis; aksi tekne kaptanının küçük kamarasında ikindi vakti yaktığı piponun sapında ve çanağında sis; güvertede titreyen küçük çırağının el ve ayak parmaklarını gaddarca çimdikleyen sis. Köprülerin üzerindeki tek tük insanlar, korkuluklar üzerinden, sisten ibaret alçak bir gökyüzüne bakıyorlar; sanki bir balondaymışlar da puslu bulutlar arasında asılıymışlar gibi her tarafları sisle çevrili.
Sokakların çeşitli yerlerinde gaz lambaları sisin içinde ölgün ölgün yanıyor, tıpkı çiftçiyle yamağının süngersi tarlalardan gördüğü güneş gibi. Dükkânların çoğunun ışıkları vaktinden iki saat önce yakılmış --sanki gaz da bunu biliyor, bitkin ve isteksiz bir görüntüsü var.
Soğuk ikindinin en soğuğu, koyu sisin en koyusu ve çamurlu sokakların en çamurlusu kurşun tepeli eski bir müessesenin, Temple Barosu'na pek yaraşan o kurşuni tepeli eski engelin yanında. Temple Barosu'nun hemen yanında, Lincoln's Inn Hall'de, sisin tam göbeğinde Yüksek Chancery Mahkemesi'nde mahkemenin Başyargıcı oturuyor.
Orada sis ne kadar koyulaşırsa koyulaşsın, çamurla balçık ne kadar derinleşirse derinleşsin, kocamış günahkârların en ölümcülü olan Yüksek Chancery Mahkemesi'nin şimdilerde dünya âleme sergilediği o körü körüne ilerleme ve bata çıka debelenme vaziyetiyle boy ölçüşemez.
Tam da böylesi bir öğleden sonra Başyargıcın başının etrafında sisli bir ihtişamla, kırmızı cüppesi ve perdelerin yumuşak çiti içerisinde oturması, karşısındaki iriyarı devasa favorili, ince sesli avukatın bitmez tükenmez dosyasını dinlemesi ayrıca sisten başka hiçbir şey görememesine rağmen bakışlarını açıktan açığa tavandaki fenere takması gerekir --ki bunları yapıyor da zaten. Böylesi bir öğleden sonra Yüce Chancery Mahkemesi Barosu'nun bir kısım üyelerinin, bitmek bilmez bir davanın onbinlerce safhasından biriyle hülyalı hülyalı uğraşmaları, kaypak emsaller üzerinde birbirlerine çelme takmaları, diz boyu ayrıntılara batmaları, keçi ve at kılından yapılma peruklarla süslü kafalarını kelime duvarlarına toslamaları ve oyuncular gibi ciddi suratlarla adaleti arama rolünü oynamaları gerekir --ki oynuyorlar da zaten. Böylesi bir öğleden sonra davayla alakalı, birkaçı davayı bu işten bir servet kazanmış olan babasından miras almış muhtelif davavekilleri, hasır kaplı uzun bir kuyuda (ama o kuyunun dibinde Hakikati aramak beyhudedir) tek sıra halinde, sicil kâtibinin kırmızı masasıyla ipek cüppeler arasında, dilekçeler, karşı dilekçeler, cevaplar, cevabın cevapları, ihtarlar, yeminli beyanlar, nüshalar, ustalara yapılmış göndermeler, ustaların raporları, pahalı saçmalık dağları önlerine yığılmış vaziyette durmaları gerekir. Yer yer tükenmiş mumlarıyla varsın mahkeme loşluğa gömülsün; varsın sis hiç dağılmayacakmış gibi üzerine çöksün; varsın vitray camların rengi solup içeriye hiç gün ışığı sokmasın; sokaktan geçerken kapıdaki camlardan içeriye bakan buranın acemileri, mahkemenin o meşum havası yüzünden, Başyargıcın gözlerini o ışıksız lambaya dikmiş ve refakatçi memurların peruklarını sis batağına kaptırmış vaziyette oturduğu o sümenli kürsüden ruhsuzca yükselerek tavanda yankılanan o sonsuz konuşma yüzünden ürkerek içeri girmekten varsın vazgeçsinler! Chancery Mahkemesi budur işte; her eyalette çürümeye yüz tutmuş evler, çoraklaşmış topraklar bırakır; her tımarhanede yıpranmış delileri, her mezarlıkta ölüleri vardır; ayakkabıları delinmiş, giysileri lime lime, her tanıdığından borç alıp dilenen, mahvolmuş davacıları vardır; para sahibi güçlülere, doğruyu örseletecek her türlü vasıtayı bol miktarda temin eder; parayı, sabrı, cesareti, umudu öylesine tüketir, beyni öyle hırpalar, gönlü öyle yaralar ki1 ona maruz kalan her şerefli adam "Buraya gelmektense her türlü haksızlığa katlan daha iyi!" demekten kendini alamaz.
Bu kasvetli ikindi vakti Başyargıç, davanın avukatı, asla dava alamayan bir iki avukat ve daha önce sözü geçen davavekili kuyusundakiler haricinde Başyargıcın mahkemesinde kim var acaba? Yargıcın aşağısında peruklu cüppeli sicil kâtibi var; bir iki asacıydı, saymandı, yazmandı, artık hukuk davalarında ne deniyorsa onlardan var. Bunların hepsi e
John Donne (1572?-1631), "Metafizik Şiir" akımının en tanınmış temsilcisi. Prof. Mina Urgan'ın deyişiyle "İngiliz edebiyatında T. S. Eliot'tan önce anlaşılması en güç şair" olan John Donne'ın ve akımın öbür üyelerinin şiirleri, dönemin genel şiir beğenisinin dışında -ve kimi günümüz eleştirmenlerine göre üzerinde- olduğu için, yazıldıkları yıllarda yapay ve zorlama bulunmuşlar, ciddiye alınmamışlardı. Aynı yaklaşım 18. ve 19. yüzyıllarda da egemen oldu. Metafizik Şiir ve Metafizik Şairler, ancak yüzyılımızda, özellikle de Eliot'ın bu şairlerde "bir bütün olarak kendi içinde uyumlu bir duyarlık" ve "her türlü olgu, durum ve yaşam biçimini bağdaştırabilme, bir arada kavrayabilme ve değerlendirebilme yetisi" görmesinin etkisiyle önem kazandı.
Şimdi Metafizik Şiir, bu şairlerin içe dönük ve -terimin gönümüzde kullanıldığı anlamıyla- "gerçekçi" üslupları yanında, dönemin alışılmış şiir geleneklerine meydan okuyan, hiçbir konu, sözcük ya da terimin kutsal sayılmadığı, "şiirsel" olmayan özellikle bulunup kullanıldığı çarpıcı imgeleriyle yüzyılımızın modern şiirini önceleyen, haber veren bir akım olarak kabul görüyor. Seçilmiş Şiirler'de Bülent R. Bozkurt'un John Donne'ın bütün şiirleri arasından titizlikle seçerek asıllarına yaraşır bir ustalıkla dilimize kazandırdığı şiirler yer alıyor - gerek Metafizik Şiir'in gerekse İngiliz şiirinin klasikleri arasında sayılan "Pire" de bu şiirler arasında. Kimi şiirlere eklenen açıklayıcı notlar, John Donne şiirinin anlaşılmasını kolaylaştırıyor.
Tadımlık
Her yerde sis. Nehrin yukarısında küçük adacıkların ve çayırların arasına dolan sis; nehrin aşağısında saf saf gemilerin ve büyük (ve kirli) bir şehrin suya bıraktığı pisliklerin arasında kirlenerek yuvarlanan sis. Essex bataklıklarında, Kent yükseklerinde sis. Kömür gemilerinin mutfaklarına sızan sis, avlulara yayılan ve büyük gemilerin arması üzerinde asılı duran sis; mavnaların ve küçük teknelerin borda tirizlerinden damlayan sis. Koğuşlarının ateşleri başında hırıltıyla soluyan Greenwich'teki yaşlı dârülaceze sakinlerinin gözlerinde ve gırtlaklarında sis; aksi tekne kaptanının küçük kamarasında ikindi vakti yaktığı piponun sapında ve çanağında sis; güvertede titreyen küçük çırağının el ve ayak parmaklarını gaddarca çimdikleyen sis. Köprülerin üzerindeki tek tük insanlar, korkuluklar üzerinden, sisten ibaret alçak bir gökyüzüne bakıyorlar; sanki bir balondaymışlar da puslu bulutlar arasında asılıymışlar gibi her tarafları sisle çevrili.
Sokakların çeşitli yerlerinde gaz lambaları sisin içinde ölgün ölgün yanıyor, tıpkı çiftçiyle yamağının süngersi tarlalardan gördüğü güneş gibi. Dükkânların çoğunun ışıkları vaktinden iki saat önce yakılmış --sanki gaz da bunu biliyor, bitkin ve isteksiz bir görüntüsü var.
Soğuk ikindinin en soğuğu, koyu sisin en koyusu ve çamurlu sokakların en çamurlusu kurşun tepeli eski bir müessesenin, Temple Barosu'na pek yaraşan o kurşuni tepeli eski engelin yanında. Temple Barosu'nun hemen yanında, Lincoln's Inn Hall'de, sisin tam göbeğinde Yüksek Chancery Mahkemesi'nde mahkemenin Başyargıcı oturuyor.
Orada sis ne kadar koyulaşırsa koyulaşsın, çamurla balçık ne kadar derinleşirse derinleşsin, kocamış günahkârların en ölümcülü olan Yüksek Chancery Mahkemesi'nin şimdilerde dünya âleme sergilediği o körü körüne ilerleme ve bata çıka debelenme vaziyetiyle boy ölçüşemez.
Tam da böylesi bir öğleden sonra Başyargıcın başının etrafında sisli bir ihtişamla, kırmızı cüppesi ve perdelerin yumuşak çiti içerisinde oturması, karşısındaki iriyarı devasa favorili, ince sesli avukatın bitmez tükenmez dosyasını dinlemesi ayrıca sisten başka hiçbir şey görememesine rağmen bakışlarını açıktan açığa tavandaki fenere takması gerekir --ki bunları yapıyor da zaten. Böylesi bir öğleden sonra Yüce Chancery Mahkemesi Barosu'nun bir kısım üyelerinin, bitmek bilmez bir davanın onbinlerce safhasından biriyle hülyalı hülyalı uğraşmaları, kaypak emsaller üzerinde birbirlerine çelme takmaları, diz boyu ayrıntılara batmaları, keçi ve at kılından yapılma peruklarla süslü kafalarını kelime duvarlarına toslamaları ve oyuncular gibi ciddi suratlarla adaleti arama rolünü oynamaları gerekir --ki oynuyorlar da zaten. Böylesi bir öğleden sonra davayla alakalı, birkaçı davayı bu işten bir servet kazanmış olan babasından miras almış muhtelif davavekilleri, hasır kaplı uzun bir kuyuda (ama o kuyunun dibinde Hakikati aramak beyhudedir) tek sıra halinde, sicil kâtibinin kırmızı masasıyla ipek cüppeler arasında, dilekçeler, karşı dilekçeler, cevaplar, cevabın cevapları, ihtarlar, yeminli beyanlar, nüshalar, ustalara yapılmış göndermeler, ustaların raporları, pahalı saçmalık dağları önlerine yığılmış vaziyette durmaları gerekir. Yer yer tükenmiş mumlarıyla varsın mahkeme loşluğa gömülsün; varsın sis hiç dağılmayacakmış gibi üzerine çöksün; varsın vitray camların rengi solup içeriye hiç gün ışığı sokmasın; sokaktan geçerken kapıdaki camlardan içeriye bakan buranın acemileri, mahkemenin o meşum havası yüzünden, Başyargıcın gözlerini o ışıksız lambaya dikmiş ve refakatçi memurların peruklarını sis batağına kaptırmış vaziyette oturduğu o sümenli kürsüden ruhsuzca yükselerek tavanda yankılanan o sonsuz konuşma yüzünden ürkerek içeri girmekten varsın vazgeçsinler! Chancery Mahkemesi budur işte; her eyalette çürümeye yüz tutmuş evler, çoraklaşmış topraklar bırakır; her tımarhanede yıpranmış delileri, her mezarlıkta ölüleri vardır; ayakkabıları delinmiş, giysileri lime lime, her tanıdığından borç alıp dilenen, mahvolmuş davacıları vardır; para sahibi güçlülere, doğruyu örseletecek her türlü vasıtayı bol miktarda temin eder; parayı, sabrı, cesareti, umudu öylesine tüketir, beyni öyle hırpalar, gönlü öyle yaralar ki1 ona maruz kalan her şerefli adam "Buraya gelmektense her türlü haksızlığa katlan daha iyi!" demekten kendini alamaz.
Bu kasvetli ikindi vakti Başyargıç, davanın avukatı, asla dava alamayan bir iki avukat ve daha önce sözü geçen davavekili kuyusundakiler haricinde Başyargıcın mahkemesinde kim var acaba? Yargıcın aşağısında peruklu cüppeli sicil kâtibi var; bir iki asacıydı, saymandı, yazmandı, artık hukuk davalarında ne deniyorsa onlardan var. Bunların hepsi e
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.