9789754647396
429742
https://www.hesapli24.com/zarar-gorenin-dogrudan-dava-hakki
Zarar Görenin Doğrudan Dava Hakkı
10.47
İlk kez 865 sayılı Ticaret Kanunu'nun 981. maddesinde, daha sonra da 6762 sayılı bir önceki Türk Ticaret Kanunu'nun (eTTK) 1310. maddesi ile yangın dolayısıyla sorumluluk sigortasına ilişkin ve sadece bu sigorta türüne özgü olarak doğrudan dava, hukukumuza tartışmalarla girmiştir. Zira, bunun doğrudan dava hakkını mı düzenlediği yoksa zarar görene sigorta tazminatı üzerinde özel bir tahsil yetkisi mi tanındığı, tartışma ve tereddüt konusu olmuştu. Aynı soru işareti, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 112. maddesi ile ilgili olarak (TBK m.130) bu kez işveren sorumluluk sigortası için de gündeme gelmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu KTK m. 97 ile Karayolu Taşıma Kanunu KtaşımaK m. 21 hükümlerinde düzenlenen sorumluluk sigortası bakımından doğrudan sigortacıya başvuru hakkı düzenlenmiştir. Karayolları Trafik Kanunu (m.100), sadece zorunlu sorumluluk sigortası için değil; ihtiyari sorumluluk sigortaları bakımından da mağdura bu hakkı tanımıştır. Ne var ki, doğrudan dava hakkı, bazı genel şartlar ve yargı kararları sayesinde 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu yürürlüğe girmeden evvel de tüm sorumluluk sigortalarına etkili olacak genişlikte kabul görüp yaşatılmaktaydı . Ne var ki, bu kabul ve uygulama, kanuni temeli olmayan , sadece zarar görenlerin himaye edilmesi ve sosyal adalet duyguları ile yapılan bir tercihin sonucuydu. Nihayet yürürlükteki Türk Ticaret Kanunu'nun 1478. madde hükmü, doğrudan dava hakkının uygulama alanına ilişkin geçmişte yaşanan tüm tartışmaları geride bırakarak her türlü sorumluluk sigortasında geçerli olacak şekilde açık bir yasal düzenleme getirmiştir.
Bununla birlikte doğrudan dava hakkı ile ilgili tartışmaların yönü, bu sefer başka alanlara kaymıştır ki, bu çalışma, hükmün karanlıkta bıraktığı noktalara ışık tutma ve mümkün olduğu ölçüde o alanı aydın-latma çabasının bir ürünüdür. Aslında, sorumluluk sigortası bakımından doğrudan dava hakkının içinde bulunduğu üçlü ilişkiyi anlamakta ve anlatmakta zorluk çekilmesinin sebebi, sorumluluk sigortası söz-leşmesinin, malvarlığının pasifinin artması suretiyle zarara uğrayan kişisi sigortalı iken; aynı esnada bu ilişkinin dışında bir başka şahsın da yine "zarar gören" sıfatıyla ama bu sefer malvarlığının aktifi azalan kişisi olarak, kanunun koyucunun iradesiyle sigorta tazminatı üzerinde talep hakkına kavuşmasıdır. Bu iki zarar görenden birinin malvarlığının pasifi artarken; diğerinin aktifi azalmaktadır. Pasifi artan zarar gören, hâlâ sorumluluk sigortasının "sigortalı"sı ve alacaklısı olarak konumunu ve sıfatını korurken; kanun koyucu aktifi azalan zarar görene tarafı olmadığı bir sözleşmeden doğan edimi talep hakkını bahşetmektedir. Sigortalı, malvarlığının pasifinin artması rizikosundan korunmak için kendi menfaatini sorumluluk sigortası ile teminat altına alırken; kanun koyucu da sigorta sözleşmesi ilişkisi dışında bulunan üçüncü bir şahsın aktifinin azalmasına karşı, onun menfaatini korumak istemiştir.
Sözleşmesel ilişkiye yabancı bir kimsenin, anılan türden menfaatinin bu yolla korunması ve sigorta tazminatını talep eden kişi konumuna getirilmesi, acaba sorumluluk sigortasını, TTK m. 1454 hükmünde düzenlenen başkası lehine mal sigortası ilişkisine mi yaklaştırmıştır? Bu soru ile başlayan tartışmaların altında yatan ve aranan doğru yanıt, doğrudan dava hakkının hukuki niteliğini Türk Hukuku bakımından da tayin edecektir.
Karşılaştırmalı hukuk bakımından çalışmamızda esas aldığımız hukuk sistemleri; Alman, İngiliz ve Fransız Hukukları olmuştur. Lâkin, bu hukuklarda, doğrudan dava hakkıyla ilgili olarak yapılan hukuki nite-lendirmelerin, borçlar hukuku kaynaklarımızın farklı olması sebebiyle Türk borçlar hukuku sistemi ile örtüşmediği görüldüğünden, TTK m. 1478 hükmünün esasa ilişkin hususlarında yabancı hukukları kendimize kıyas ve örnek almamız mümkün olamamıştır. Anılan nedenle de söz konusu hukuklardaki doğrudan dava hakkını tanıtabilmek bakımından çalışma içerisinde onlara ayrı ve özel bir kısım açmakla yetinilmiştir.
Uygulamada yaşanacak tartışmalar sadece doğrudan dava hakkının kapsamı ile hüküm ve sonuçları ile sınırlı değildir. Düzenlenen bu hakkın zarar gören tarafından kullanılması sırasında medeni usul hu-kuku hükümlerimiz ile uyumu da bir meseledir. Bu nedenle, TTK m. 1478 hükmünün zarar gören tarafından kullanılması aşamasında tabi olunacak usul kuralları da çalışmada ayrı bir bölümü hak edecek kadar önem arz etmiştir. (Giriş'ten)
Kitabın Bölüm Başlıkları
Doğrudan dava hakkının hukuki niteliği ve uygulama alanı
Sigortacı ve zarar gören arasındaki edim ilişkisi, kapsamı ve sınırları
Doğrudan davaya ilişkin usuli sorunlar
İlk kez 865 sayılı Ticaret Kanunu'nun 981. maddesinde, daha sonra da 6762 sayılı bir önceki Türk Ticaret Kanunu'nun (eTTK) 1310. maddesi ile yangın dolayısıyla sorumluluk sigortasına ilişkin ve sadece bu sigorta türüne özgü olarak doğrudan dava, hukukumuza tartışmalarla girmiştir. Zira, bunun doğrudan dava hakkını mı düzenlediği yoksa zarar görene sigorta tazminatı üzerinde özel bir tahsil yetkisi mi tanındığı, tartışma ve tereddüt konusu olmuştu. Aynı soru işareti, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 112. maddesi ile ilgili olarak (TBK m.130) bu kez işveren sorumluluk sigortası için de gündeme gelmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu KTK m. 97 ile Karayolu Taşıma Kanunu KtaşımaK m. 21 hükümlerinde düzenlenen sorumluluk sigortası bakımından doğrudan sigortacıya başvuru hakkı düzenlenmiştir. Karayolları Trafik Kanunu (m.100), sadece zorunlu sorumluluk sigortası için değil; ihtiyari sorumluluk sigortaları bakımından da mağdura bu hakkı tanımıştır. Ne var ki, doğrudan dava hakkı, bazı genel şartlar ve yargı kararları sayesinde 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu yürürlüğe girmeden evvel de tüm sorumluluk sigortalarına etkili olacak genişlikte kabul görüp yaşatılmaktaydı . Ne var ki, bu kabul ve uygulama, kanuni temeli olmayan , sadece zarar görenlerin himaye edilmesi ve sosyal adalet duyguları ile yapılan bir tercihin sonucuydu. Nihayet yürürlükteki Türk Ticaret Kanunu'nun 1478. madde hükmü, doğrudan dava hakkının uygulama alanına ilişkin geçmişte yaşanan tüm tartışmaları geride bırakarak her türlü sorumluluk sigortasında geçerli olacak şekilde açık bir yasal düzenleme getirmiştir.
Bununla birlikte doğrudan dava hakkı ile ilgili tartışmaların yönü, bu sefer başka alanlara kaymıştır ki, bu çalışma, hükmün karanlıkta bıraktığı noktalara ışık tutma ve mümkün olduğu ölçüde o alanı aydın-latma çabasının bir ürünüdür. Aslında, sorumluluk sigortası bakımından doğrudan dava hakkının içinde bulunduğu üçlü ilişkiyi anlamakta ve anlatmakta zorluk çekilmesinin sebebi, sorumluluk sigortası söz-leşmesinin, malvarlığının pasifinin artması suretiyle zarara uğrayan kişisi sigortalı iken; aynı esnada bu ilişkinin dışında bir başka şahsın da yine "zarar gören" sıfatıyla ama bu sefer malvarlığının aktifi azalan kişisi olarak, kanunun koyucunun iradesiyle sigorta tazminatı üzerinde talep hakkına kavuşmasıdır. Bu iki zarar görenden birinin malvarlığının pasifi artarken; diğerinin aktifi azalmaktadır. Pasifi artan zarar gören, hâlâ sorumluluk sigortasının "sigortalı"sı ve alacaklısı olarak konumunu ve sıfatını korurken; kanun koyucu aktifi azalan zarar görene tarafı olmadığı bir sözleşmeden doğan edimi talep hakkını bahşetmektedir. Sigortalı, malvarlığının pasifinin artması rizikosundan korunmak için kendi menfaatini sorumluluk sigortası ile teminat altına alırken; kanun koyucu da sigorta sözleşmesi ilişkisi dışında bulunan üçüncü bir şahsın aktifinin azalmasına karşı, onun menfaatini korumak istemiştir.
Sözleşmesel ilişkiye yabancı bir kimsenin, anılan türden menfaatinin bu yolla korunması ve sigorta tazminatını talep eden kişi konumuna getirilmesi, acaba sorumluluk sigortasını, TTK m. 1454 hükmünde düzenlenen başkası lehine mal sigortası ilişkisine mi yaklaştırmıştır? Bu soru ile başlayan tartışmaların altında yatan ve aranan doğru yanıt, doğrudan dava hakkının hukuki niteliğini Türk Hukuku bakımından da tayin edecektir.
Karşılaştırmalı hukuk bakımından çalışmamızda esas aldığımız hukuk sistemleri; Alman, İngiliz ve Fransız Hukukları olmuştur. Lâkin, bu hukuklarda, doğrudan dava hakkıyla ilgili olarak yapılan hukuki nite-lendirmelerin, borçlar hukuku kaynaklarımızın farklı olması sebebiyle Türk borçlar hukuku sistemi ile örtüşmediği görüldüğünden, TTK m. 1478 hükmünün esasa ilişkin hususlarında yabancı hukukları kendimize kıyas ve örnek almamız mümkün olamamıştır. Anılan nedenle de söz konusu hukuklardaki doğrudan dava hakkını tanıtabilmek bakımından çalışma içerisinde onlara ayrı ve özel bir kısım açmakla yetinilmiştir.
Uygulamada yaşanacak tartışmalar sadece doğrudan dava hakkının kapsamı ile hüküm ve sonuçları ile sınırlı değildir. Düzenlenen bu hakkın zarar gören tarafından kullanılması sırasında medeni usul hu-kuku hükümlerimiz ile uyumu da bir meseledir. Bu nedenle, TTK m. 1478 hükmünün zarar gören tarafından kullanılması aşamasında tabi olunacak usul kuralları da çalışmada ayrı bir bölümü hak edecek kadar önem arz etmiştir. (Giriş'ten)
Kitabın Bölüm Başlıkları
Doğrudan dava hakkının hukuki niteliği ve uygulama alanı
Sigortacı ve zarar gören arasındaki edim ilişkisi, kapsamı ve sınırları
Doğrudan davaya ilişkin usuli sorunlar
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.